Hakkımda

bursa /gemlik, Türkiye
gezmeyi seviyorsanız teknolojiye merakınız varsa burası tam size göre

27 Kasım 2019 Çarşamba

BURSA - GÖL YAZI

 Herkese merhaba , bu gün sizlere bursa gölyazıyı anlatacağım ,
Gölyazı, Uluabat Gölü üzerinde yüzermiş. gibi duran minik bir adacık!! Aslına bakarsanız incecik bir köprü ile ana karaya bağlı bir yarımada.
Gölyazı bir zamanlar Apollon Krallığı‘nın başkentiymiş. Daha sonra Bizansı, Osmanlısı, herkes bir iz bırakmış. Mübadeleye kadar sakin sessiz bir Rum balıkçı köyüymüş. O zamanlar Uluabat’ın adı Apollont, Gölyazı’nınki de Apolyont
Katman katman tarih biriken yerler, bir de güzel coğrafyalarda kurulmuşsa tadından yenmez deyip, motorumuza atlayıp,bursa Gölyazı Köyü’ne geldik. Çevresini yürümesi topu topu 15 dakika süren bu adadan 2 saatte ayrılamadık. Ufak göründüğüne bakmayın, eski sahipleri Rumlardan kalan taş kilisesi, tekne turu, komşu adalarındaki tarihi eser kalıntıları insanları ayrı etkiliyor.
peki bu muhteşem yerin tarihi ise şöyledir .Apolyont (Uluabat) Gölü üzerinde bulunan ve en eski ismi Apollonia ad Ryndacum” olan Gölyazı’da yerleşimin tarihi antik çağlara kadar uzanıyor. Adanın isminin nereden geldiği konusunda, Bergama Kralı 2. Attalos’un Kraliçe Apollonis’e ithafen bu ismi verdiği gibi bir rivayet var.
Roma İmparatorluğu döneminde bugünkü Edremit’e bağlı bir yer olan adacıkta, Roma İmparatorluğu dönemine ait birçok ize rastlanabiliyor; antik su kemeri ve mezar yapıları gibi… Bölgede yapılan kazılardan çıkarılmış bazı antik yapı buluntuları Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor, meraklılarına duyurulur.  19. yüzyıldan kalma Aziz Panteleimon Kilisesi de sonradan restore edilerek kültür merkezine dönüştürülmüş.
GEZİLECEK YERLER: 

   Aziz Panteleimon Kilisesi:

Bu kilise 19. yüzyıl Anadolu Rum Ortodoks miraslarından birisi. Anadolu şehirlerinde eşine pek de rastlanmayan yapılardan olduğundan aslında çok büyük öneme sahip. Mübadele yıllarına kadar aktif bir şekilde ibadet yeri olan kilise, mübadele sonrası da bakımsızlık, yangınlar ve başka amaçlarla kullanılmaktan zarar gören yerlerden. Neyse ki Nilüfer Belediyesi’nin restorasyon çalışmalarıyla burası yakın zamanda tekrardan kamusal hayata kazandırılarak bir kültür evi olmuş. 
Aziz Panteleimon Kilisesi ile ilgili görsel sonucu


Ağlayan Çınar:

Bu dev, ulu Çınar ağacı bölgenin en yaşlı sakini, Gölyazı’nın simgesi. Adeta fantastik filmlerde gördüğümüz konuşan, yürüyen, büyülü güçleri olan bilge ağaçlar gibi. 2016 yılı itibariyle tam tamına 743 yaşında! Ağlayan Çınar’a ismini Mehmet Okatan vermiş, ağacın altında da kendisinin şu dizeleri bir tabelada iliştirilmiş: “Tarihin verdiği yorgunlukla yan yatmış ulu bir çınar… Lakin, yaşamaktan umudunu kesmemiş, uzanmış öylesine bağrı yanık, yaprakları hüzün, içi kan ağlarcasına, savaşlara, acılara, kara sevdalara tercüman olurcasına ardında sevgi bahçesi, açamayan gonca bir gül, önünde, oluk oluk gözyaşlarının eseri koca bir göl.”
Ağlayan Çınar’a ağlayan yakıştırılmasının yapılmasının arkasındaki asıl neden, yüzyıllar içinde gittikçe yan yatan ağacın gövdesinin bir bölümünden zamanla doğal kaynak suyunun yüzeye çıktığı bir oluk oluşması, o oluktan akan suyun da ağacın altında minik bir havuz oluşturması. Ağacın gölgesi tek başına bir çay bahçesini gölgede bırakırcasına büyük. 



ağlayan çınar ile ilgili görsel sonucu


 Uluabat Gölü:

Göl içerisinde bulunan bir yarımadada kurulu olan Gölyazı köyü tarihi ve turistik açıdan bir çok eser barındırır. Günümüzdede yerleşimin yaklaşık 800 metre uzunluğundaki antik surların içinde devam ettiği köyde geleneksel konut mimarisi, bazı noktalarda sur kapıları ve kuleleri görmek hala mümkündür. Hatta köy içerisindeki bazı noktalarda Roma Bizans ve Osmanlı geleneksel mimarileri içiçe geçmiş bir vaziyette görülebilir.
Uluabat Gölü Bursa merkeze 30 km uzaklıktaki Uluabat gölü içerisindeki adaların en büyüğü olan Nailbey Adası’da bulunan manastır Bursa ve çevresinde günümüze kadar ulaşabilen en eski manastırlardan biridir. Marmara’nın 15KM güneyinde bulunan Uluabat gölü, balık ve kuş popülasyonları açısından Türkiye’nin en zengin göllerinden birisidir. Gölyazı ve Uluabat köylerinden hareket eden kayıklarla gölde gezi yapabilirsiniz.



İlgili resim




eyer sakin sesiz bir yer istiyorsanız, göl yazı tam size göre 













25 Kasım 2019 Pazartesi

EFES ANTİK KENTİ


   Herkese  merhaba ,bu gün sizlere benim çok ilgimi çeken sizlerinde beğeneceğini  düşündüğüm EFES ANTİK KENTİ anlatacağım . 





efes ile ilgili görsel sonucu






efes ile ilgili görsel sonucu












Kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına dayanan ve Helenistik dönemden tutunda Roma, Bizans (Doğu Roma), Beylikler ve Osmanlı dönemlerine kadar aktif yerleşim yeri olarak kullanılan o soylu şehir; Efes.
Asırlar boyu üstün şehir planlama örneği oluşuyla, büyük öneme sahip bir liman kenti olmanın getirdiği ticaret merkezi özelliğiyle, binlerce yıl çok zengin kültüre sahip uygarlıklara ev sahipliği yapmasının kaçınılmaz sonucu olarak bir kültürler beşiği oluşuyla, Hristiyanlığın Hac merkezi olarak kabul görülmesi ve asırlardır bir dini merkez olma özelliğiyle; Efes tarihin bir parçası değil tarihin ta kendisi desem daha iyi olur sanarım. Efes antik kent ilk kuruluş dönemi ise ; Efes’in ilk olarak tarihte amazon adıyla anılan kadın savaşçılar tarafından kurulduğu ve hatta isminin Arzawa (Ana Tanrıça Kenti) Krallığı’nın bir şehri olan Apasas’tan geldiği rivayet edilir. uzun yıllar bu bölgede yerli halkın yaşadığı da düşünülüyor. 
efes ile ilgili görsel sonucu

Roma Dönemi ve İkinci Kuruluş Dönemi (Efes’in Efes Oluşu);
Öncesinde küçük bir yaşam merkezi olduğu düşünülen bölgenin önem kazanıp güçlenmesi Atina Prensi Androklos eliyle başlıyor Androklos ile başlayan Efes’in büyüme süreci M.Ö. 129 yılında Bergama Kralı Attolos’un bölgeyi Romalılara miras olarak bırakmasıyla zirveye ulaşmıştır. Miras olarak koca bir ülke bırakmak baya ilginç bir durum olsa da Efes’e yaramış neyse ki J Bu tarihten sonra Efes tarihçilere göre Asya’da bulunan en önemli ticaret merkezi haline gelir. Ayrıca burada açılan felsefe okulu da önemli bir merkez olmasında büyük rol oynamış.
Hristiyanlığın ortaya çıkışıyla birlikteyse şehir önce incilin önemli isimlerinden Aziz Paul’ün bir süre burada bulunması ve burada vaazlar vermesiyle, sonraları ise Aziz John ve Bakire Meryem’in buraya gelişi ile dini bir merkez haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren altın çağını yaşayan Efes bir süre sonra sık sık el değiştirmeye ve istikrarsız bir ivme çizmeye başlar. Ve nihayet 1304 yılında Türklerin eline geçer.  
Beylikler ve Osmanlı Dönemin'de ise  1304 yılı itibariyle Türk beyliklere geçen Efes’te 98 yıl boyunca refah sürse de 1402 yılında Moğol saldırılarında nasibini aldıktan sonra  büyük tahribata uğrar. 1425 yılında ise şehri Osmanlı fetheder. Bu noktadan sonra Efes büyük bir hızla önemini yitirir ve 20.yy a geldiğimizde Menderes Nehrinin taşıdığı kumlar ovayı genişletmiştir. Bir sahil kenti olan Efes artık denize 5km kadar uzaklıkta kalır. 
Önemli yapıları ;  Artemis Tapınağı,Efes Antik Tiyatrosu,Celsus Kütüphanesi,

Meryem Ana Evi...




Artemis Tapınağı ile ilgili görsel sonucu





Artemis Tapınağı: “Dünyanın Yedi Harikası” listesinde Gize Piramitleri, İskenderiye Feneri, Babil’in Asma Bahçeleri, Rodos’ta Güneş Tanrısı Helios ile Olympia’daki Zeus heykelleri yer alıyor. Kalan iki görkemli yapıt ise Anadolu’dan: Halikarnassos’taki (Bodrum) anıt mezar Mausoleion ile Efes’teki (Ephesos) Artemis Tapınağı.
Artemis Tapınağı Efes (Ephesos) antik kentinin 1,5 kilometre kuzeydoğusunda, Selçuk ilçe merkezinin ise batı çıkışında yer alıyor. Tapınak 1869 yılında, İzmir-Aydın demiryolu yapımında görevli İngiliz mühendis J. T. Wood tarafından, British Museum adına yapılan ve yedi yıl süren kazılar sonucunda ortaya çıkartılmış. 1904-1905 yılları arasında kazılar da yine British Museum adına yürütülmüş. Oldukça uzun bir aranın ardından Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1965 yılında kazılar tekrar başlamış ve devam ediyor. Tapınak alanında ortaya çıkarılan en eski buluntular İÖ 14.-13. yüzyıla ait Miken seramik parçaları. Buranın İÖ 11. yüzyıldan başlayarak bir kült alanı olarak kullanıldığı, üst üste birçok tapınım yapılarının inşa edildiği anlaşılıyor. Bulgulara göre de ilk tapınak İÖ 680- 650 yıllarında yapılmış; 32 ahşap sütunluymuş. Daha sonra İÖ 570 yılında yapılan ise mermer sütunlardan devasa bir tapınakmış. Olasılıkla 100 x 60 metre boyutunda ve 106 sütunluydu; sütunların üzerinde de kabartmalar bulunuyordu. Tapınak, Lydia Kralı Kroisos tarafından yaptırıldığı için onun ismiyle anılıyordu. Kazılar sırasında sütunların ve üstlerinde frizler bulunan mimari blokların bir kısmı British Museum’a götürülmüş.







Efes Antik Tiyatrosu: ile ilgili görsel sonucu





Efes Antik Tiyatrosu:Bir sanatın doğuşu olarak adlandırılan .Efes Antik Tiyatrosu günümüzde sanat tarihi açısından dünya çapında en önemli yapılardan birisi olarak kabul edilmektedir. Efes’te Panayır Dağı eteğinde yer alır. 65 sırası bulunan 25.000 kişi kapasiteli bu antik tiyatro günümüze kadar çok iyi bir şekilde muhafaza edilerek gelmiştir. Toplam 3 katlıdır. Her bir katı farklı dönemlerde, kentin zenginliği ve ihtişamıyla paralel olarak eklenmiştir. İmparator Neron I. yüzyılda bu tiyatronun 2. katını heykeller, oymalar ve çeşitli sanatsal yapılarla süsleterek dikmiştir. II. Yüzyılda ise Septimus Sevenus tiyatronun 3. katının inşasını sağlamıştır.
Günümüzde modern tiyatrolar ile kıyasladığımızda çok büyük bir izleyici kapasitesine sahip olan Efes Antik Tiyatrosu, o dönemde sanata verilen önemi gözler önüne seriyor. Sadece sanatsal aktiviteler için kullanılmamıştır



İlgili resim


celsus kütüphanesi heykel ile ilgili görsel sonucu










Celsus Kütüphanesi: Pek çok kaynakta bu konuda farklı bilgiler söz konusu olsa da Efes Celsus Kütüphanesi’nin yapılışı resmi olarak M.S. 135 olarak geçmektedir. Celsus; Trajan’ın yönettiği Roma İmparatorluğu’nda o dönemin en önemli senatörlerinden birisidir. Oğlu Aquila’nın ön ayak olduğu kütüphane, babası Celsus’un anısına yaptırılmıştır. O dönem kitapların temin edilebilmesi için tam 25 bin altın toplanmıştır. Mermer caddenin doğu yakasında ufak bir alanı kaplayan Celsus Kütüphanesi, Augustus kapısı ile göz kamaştırır. Bu kapı aynı zamanda kütüphanenin Agora ile olan bağlantısını sağlar. Hala bugün bile ziyaret ettiğinizde varlığını muhafaza eden bir lahit hemen dikkatinizi çekecektir.  Lahit’te Celsus’un yattığı iddia edilmiş olsa da bu hala kesin olarak bilinmemektedir. Mimari açıdan kütüphanenin özellikle heybetli görünmesi adına özel bir çaba gösterildiği açıktır. Kütüphane kurulduktan yaklaşık 130 sene sonra meydana gelen depremden son derece olumsuz etkilendi. Kütüphanede yer alan önemli eserlerin büyük bir bölümü bu deprem sonrası yok olmuştur. Ön bölüm ise bugüne kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Celsus Kütüphanesi’ni ziyaret edenlerin en önemli motivasyonu, genellikle sütunlar arasında yer alan muhteşem heykeller oluyor. Kütüphanenin ön bölümünde 4 ayrı heykel bulunuyor. Bu kadın heykellerinin her biri bir düşünceyi temsil ediyor (fazilet, bilgi, akıl, anlayış). Büyük sütunların arasına gizlenmiş heykeller, antik mimarinin izlerine tanıklık etmek açısından oldukça heyecan verici. 


İlgili resim


meryem ana evi kısa bilgi ile ilgili görsel sonucu


















Meryem Ana Evi:  Efes, Havari Aziz Yuhanna’nın, İsa’nın Annesi Meryem ile birlikte geldiği ve tam da Efes’te yazdığı İncil’inde silinmez bir iz olarak Meryem’in varlığını yansıttığı kenttir. Aziz Yuhanna İncil’i şöyle aktarır: “İsa, [haçının yanında] annesinin ve sevdiği öğrencinin yakınında durduğunu görünce annesine, ‘Anne, işte oğlun!’ dedi. Sonra öğrenciye, ‘İşte, annen!’ dedi. O andan itibaren bu öğrenci İsa’nın annesini kendi evine aldı” (19,25-27).

Meryem’in mütevazı ve saklı bir yaşantısı olsa da, onun varlığından haberdar olan Hristiyanlar, Havari Yuhanna’dan sonra da, onun Efes’te olduğunu kanıtlamak için bu cümleyi şüphesiz kanıt olarak göstermişlerdi.
İ.S. ikinci ve üçüncü yüzyıllarda, Aziz Tertullianos, Aziz Ireneus, Origenes ve Eusebius’un aktardıklarına dayanarak, Aziz Yuhanna’nın Efes’e geldiği konusunda geleneklerin tümü hemfikirdir. Hatta Tertullianos der ki, Havari Yuhanna Asya iline “çok erken saatte” geldi (bkz. ad. Marc. Lig. IV, böl. 5).
120 yıllarına doğru İzmir’de doğan ve Aziz Yuhanna’nın öğrencisi olan İzmir Episkoposu Aziz Polikarpos’un izinde eğitilmiş Aziz İreneus, Aziz Pavlus’un ve Aziz Yuhanna’nın Efes’te eşzamanlı varlığının inkar edilmemesi gerektiğini belirtir.
Efes geleneğine göre, İsa’nın haç üzerindeyken annesi Meryem’i Havari Aziz Yuhanna’ya emanet etmesi anından itibaren onu terk edemezdi ve İ.S. 18 yılının sonrasında Efes’te veya o kentin civarında Bakire Azize Meryem ile ikamet ettiğine inanılır.
Kıbrıs Episkoposu olan Aziz Epifanius (310-314), Kutsal Yazılar’ın Azize Bakire Meryem’in son yılları hakkında herhangi bir bilgi aktarmadığını üzüntüyle belirtir. Aziz Episkopos, Meryem’in bakire lekesizliğini vurgulamaya çalışarak şöyle ekler: “Aziz Yuhanna Asya’ya hareket ettiği zamanlarda, kendisiyle birlikte Bakire Azize Meryem’i getirdiğinin Kutsal Yazılar’da belirtilmemesinin nedeni, imanlıların ruhlarında çok fazla heyecan yaratmamak istemesidir.” Bununla birlikte, Aziz Epifanius, Meryem’in Efes’te ikamet etmediğini söylemez, sadece Kutsal Yazılar’ın bundan bahsetmediğini belirtir. Bu olayda ilahi bir gizemin olduğunu vurgulamak istemiştir.
Efes geleneğine göre Bakire Meryem’in, Aziz Yuhanna’ya müjdeleme görevinde eşlik etmesi gerekiyordu ve İsa’nın Azize Annesi Meryem’in, 48 yılından önce bu yerde “uykuya daldığını” (Lat. Dormitio) düşünmek uygundur. En yaygın fikir bundan ibarettir.
8. asırdan itibaren Yakubî Süryani Kilisesi, sonrasında 12. ve 13. yüzyıllarda inanışı güçlendirerek Efes geleneğini sürdürmüş ve günümüzde hâlâ bu düşünceyi canlı tutmuştur. 12. ve 13. yüzyıllarda bu Efes geleneği birinci derecede önemli tarihçiler tarafından tüm gücüyle ortaya konulmuş ve hemen sonrasında Papa 14. Benedikt’in bilgece tutumuyla yankı bulmuştur.

Meryem’in Efes’te ikamet edip burada “uykuya dalması”, Papa 15. Benedikt tarafından da kabul görmüştür. Kendisi bu konuyu şöyle yorumlamaktadır: “O andan itibaren öğrenci onu evine aldı… Aziz Yuhanna, Efes’e doğru hareket edince Meryem’in de oraya götürmüş ve bu yerden Bakire Azize Meryem göğe kanatlanmıştır.” (Papa 15. Benedikt, Kutsal Cuma günü, kutsal Gizemler üzerine Vaazı)
ve bur da Efes Antik Kent  biter bir başka gezide görüşürüz.









17 Kasım 2019 Pazar

Kuşadası


  Herkese merhaba bu gün sizlerle bi Kuşadası' na geziye çıkalım , ama her zamanki  gibi tarihçesini yazalım. Bakalım Kuşadasın'da eskiden neler olmuş ? 

kuşadası ile ilgili görsel sonucu
 
   Şehir daha önce, Pilavtepe eteklerinde, Andızkulesi denilen yerde kurulmuştur. Bir müddet sonra Bizanslılara ait olan bu kıyılara Venedik ve Cenevizliler, ekonomik bakımdan egemen olmuşlardır. Ulaşım güçlükleri nedeni ile Kuşadası; Andızkulesi mevkiinden alınarak bugünkü yerinde Yeni İskele (Scala Nuova) adı ile kurulmuştur.
Kuşadası'nın adını verdiği Kuşadası Körfezi ve yakın çevresi, sanat ve kültür merkezleri olarak bilinmektedir ve ilk çağlardan beri birçok farklı medeniyeti barındırmışrır.
M.Ö. 3000 yıllarında Lelegler, M.Ö. 11.yy'da Aioller, M.Ö. 9.yy'da İonlar bölgede hakim olmuşlardır. Büyük Menderes ve Gediz ırmakları arasında kalan alan, antik çağlarda İonia adını alır. Tüccar ve denizci olan İonlar denizaşırı ticaret sayesinde kısa zamanda zengişleşmişler ve üstün bir politik güce sahip olmuşlardır. Tarihte "İon Kolonileri" adını alan 12 şehir kurmuşlardır.

kuşadası heykeli ile ilgili görsel sonucu
Kuşadası, antik çağlarda Anadolu'nun Akdeniz'e açılan başlıca limanlarından biri idi. O devirde Neopolis adı ile anılıyordu. M.Ö. 7.yy.da başkentleri Sardes olan Lydialılar yöreye hakim olmuşlardır.
M.Ö. 546′da başlayan Pers hakimiyeti, M.Ö. 334′de Büyük İskender'in tüm Anadolu'yu ele geçirmesine kadar devam etmiştir. Bundan sonra Anadolu'da Yunan medeniyeti ile yerli Anadolu medeniyetinin sentezi olarak yepyeni bir çağ, yepyeni bir sanat ve kültür anlayışı hakim olmuş ve bu çağ "Helenistik Çağ" adı ile anılmıştır. Efes, Milet, Priene ve Didim bu devrin en ünlü şehirleridir.
M.Ö. 2. yy.da Romalılar yöreye egemen olmuşlardır. Hristiyanlığın ilk yıllarında, Meryem Ana'nın ve havarilerinden St.Jean'ın Efes'e gelip yerleşmesiyle burası bir dini merkez haline gelmiştir. Miletus da Hristyanlık çağında Piskoposluk merkezidir. Bizans Çağında "Ania" adı ile anılmıştır. Kuşadası, ortaçağda korsanlar tarafından kullanılan bir liman olmuştur. 15.yy.da, Venedikliler ve Cenevizliler zamanında şehir "Scala Nuova" adını almıştır.
1086′da I. Süleymanşah'ın bölgeyi Selçuklu Devleti'ne katmasıyla Türk egemenliği başlamıştır. Bölge, bu devirde kervan yollarının Ege'ye açılan bir ihraç kapısı olmuştur. Ancak Selçuklu Devleti'nin egemenliği 1. Haçlı Seferleri nedeniyle kısa sürmüş ve yeniden Bizans'ın eline geçmiştir. 1280′lerin sonunda Menteşeoğulları,1397-1402 arasında Osmanlıların egemenliğine girmiştir. 1402-1425 arası yeniden Aydınoğulları'nın eline geçtiyse de 1425′te Osmanlılar bölgeyi kesinlikle ele geçirmiştir. 

kuşadası ile ilgili görsel sonucu
Kuşadası, 1413 yılında 1.Mehmet (Çelebi) tarafından Osmanlı egemenliğine katılmıştır. Bu tarihten sonra, şehir tamamen Türklerin elinde kalmış ve Türklerin yaptığı eserlerle dolmaya başlamıştır. Bunlardan bugünkü Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surlar, Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Surlarla çevrili şehre o zaman ancak üç kapıdan girilebilmekteydi. Bu kapılardan bir tanesi, Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi ile Kahramanlar Caddesi'ni birbirinden ayırmakta ve üst kısmı bugün Şehiriçi Trafik Bölge Amirliği olarak kullanılmaktadır. Diğer kapılar bugün mevcut değildir.
Bizanslılar için önemli bir askeri üs görevini yapan Güvercinada, 1834 yılında büyük bir yenilenme görmüş ve ünlü kalesi yapılmıştır. "Kuşadası" adı bu kaleden gelmektedir.
Kuşadası, Kurtuluş Savaşı'nda 1919-1921 yılları arasında İtalya'nın, onların çekilmesiyle Yunanistan'ın işgaline girmiş ve 7 Eylül 1922′de düşman işgalinden kurtulmuştur.
Kuşadası'nın  tarihçesi bu kadar ,şimdi gezilecek yerleri yazlım  sizlerle .

                                    KUŞADASI MİLLİ PARKI

209 kuş türünün görülebildiği Kuşadası Milli Parkı, Kuşadası ve Söke ilçeleri arasında yer alıyor. Kuşadası’na 28 km uzaklıktaki milli park, farklı kıyı şekillerini içeren kıyı özellikleri sayesinde yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Bölgenin tatlı ve tuzlu lagüner sisteminin yarattığı biyolojik çeşitlilik özellikle doğa fotoğrafçılarının birbirinden güzel kareler yakalamasını kolaylaştırıyor. Doğal güzelliklerinin yanı sıra Dilek Tepesi’nin eteğine doğru yürüyüş yaptığınızda milli park sınırlarındaki tarihi kalıntıları görebilirsiniz
      Kuşadası Milli Parkı ile ilgili görsel sonucu                                      
                                              GÜVERCİN ADA
İlçenin şu anki adının kaynağını oluşturan adanın üzerinde, tarihi Bizans dönemine dayanan ve ada ile aynı isimle anılan bir kale yer alıyor. 1957 yılında yapılan çalışma ile karaya bağlanan kale, ışıklandırma sistemi sayesinde akşamları Kuşadası sahiline gelen tatilcilere muhteşem bir manzara sunuyor. Geçmişte güvercin başta olmak üzere birçok kuş türüne ev sahipliği yapan adanın etrafındaki ve kale içindeki çay bahçelerinde içeceğinizi yudumlarken eşsiz gün batımını seyredebilirsiniz.  
İlgili resim
                                     Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı
 İlçedeki tarihi yapıları ziyaret etmek isteyen tatilcilerin Kuşadası gezilecek yerler listelerinde yer verdikleri Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı, Kuşadası İskelesi yakınında bulunuyor. 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Kurşunlu Han, küçük bir iç kaleyi andıran görünümü ile dikkat çekiyor. Tamamen taş malzeme kullanılarak inşa edilen yapının içerisinde bir adet otel ve hediyelik eşya mağazaları bulunuyor.
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı önü ile ilgili görsel sonucuİlgili resim
                                     Kadınlar Denizi (Kadınlar Plajı)
Masmavi denizi ve eşsiz kumsalı sayesinde Mavi Bayrak ödülü almış, Kuşadası’nın en ünlü plajı ilçe merkezine 3 km uzaklıkta yer alıyor. Merkezden kalkan minibüsleri kullanarak rahatça ulaşabileceğiniz Kadınlar Plajı’na ücret ödemeden giriş yapılabiliyor. Kumsalının uzunluğu 1 km olan alanda düşük ücretlerle şezlong ve şemsiye kiralayabilirsiniz. (plajın adı kadınlar denizi plaja erkeklerde gire biliyor) 

İlgili resim


Kadınlar Denizi (Kadınlar Plajı) ile ilgili görsel sonucu
 Kuşadası tanıtımı bur da bitter bir başka ,gezide görüşmek üzere  bay bay ...

13 Kasım 2019 Çarşamba

Türkiye'nin ilk 'sakin şehri': Sığacık / Seferihisar




    Herkese  merhaba bugün sizlerle beraber Sığacığı yazarak gezelim biraz .Evet tabi her zamanki gibi  kısa tarihçesini yazalım.


izmir sığacık kısa tarihçesi ile ilgili görsel sonucu

 
  Tarihte ‘sanatın merkezi’ olarak bilinen Teos ve 1500’lü yıllardan itibaren yaşamın devam     ettiği Kaleiçi evleriyle ünlü Sığacık, şimdilerde tüm Türkiye’ye model olabilecek projeyle     yeniden gündemde. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Seferihisar Belediyesi’nin birlikte hayata geçirdiği restorasyon projesiyle Kaleiçi’ndeki 220 ev baştan aşağı yenilenmiş. İlk bakışta restorasyon olarak gözüken proje, beraberinde turizm hareketliliği ve yerelde kalkınmayı da getirmiş.

İn cin bile top oynamıyordu
Danimarka’dan gelen Tom Peterson, “Sessiz ve sakin bir ortam. İnsanlar çok yardımsever. İngilizce bilmeseler bile yardımcı olmaya can atıyorlar. Her yer bembeyaz. Çok hoş olmuş, çok beğendim” diyor. Liz Peterson ise, “İnsanlar çok nazik ve yardımsever. Ortam çok güzel” diye konuşuyor.
İşletmeci Barış Çavuş, “Sığacık’ta her şey değişti, şu anda isminden önde gidiyor. 60-70 yıldır bakımı yapılmayan evler, Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa yapılan çalışmayla yenilendi. Burası kendi halkıyla kalkınmaya başladı. Seferihisar Belediyesi pazar günleri burada yöre pazarı açtı. Yörenin kadınları yaptıkları ürünleri satarak ev ekonomilerine ciddi katkı sağlıyor. Çocuklarını daha iyi şekilde okutup daha sağlıklı hayatlarını sürdürebiliyor. Sığacık, dokusuyla, tadıyla, özüyle kendini kaybetmeden örnek olacak bir yer haline geldi” diye anlatıyor olan biteni.

sanat atölyesi sahibi Yavuz Koçoğlu, “35 yıldır Seferihisar’dayız. Buraya kimse gelmezdi. İn cin bile top oynamazdı. Cittaslow’a dahil olması ve Büyükşehir tarafından restorasyon tamamlandıktan sonra insanlar merak edip gelmeye başladı. Bu geliş doğal olarak hem bölgesel kalkınmayı hem de sanatla uğraşan insanların sanatlarından ekmek kazanmasını sağladı. 2-3 yıl önce bunları konuşmak bile mümkün değildi. Buradaki hareket çoğalınca hiç parası, yeteneği, işi olmayan insanlar bile doğadan topladıkları doğal otlarla haftalık harçlıklarını çıkarabilir duruma geldi” görüşünü paylaşıyor.


  Bu kadar yeterli şimdi gezilecek yerleri anlatalım ;



  Sığacık Kalesi:

Limanın kuzeydoğusunda yer alan Sığacık Kalesi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilmiştir. Deniz üssü olarak kullanılan bu kale, yakın tarihte kontrol merkezi olarak da değerlendirilmiştir. Kalenin yapımında Teos Antik Kentinden temin edilen özel taşlar kullanılmıştır. Kale, ziyarete açık ve yerli turistlerin yanı sıra yabancı turistlere de ev sahipliği yapmaktadır.
izmir sığacık kalesi ile ilgili görsel sonucu



Değirmen:

 Eee  İzmir Sığacık burası  yer  değirmenleri  tabikide burada  meşhur dur yani 
Akkum Plajının hemen yanında yer alan Atlantis Otel sınırları içerisinde yer alan bu tarihi değirmeni görmek için otel görevlilerinden küçük bir ricada bulunmanız yeterli olacaktır. Mizah dünyasının önemli isimlerinden bir tanesi olan Ata Demirer’in de Olanlar Oldu filminde yer verdiği bu değirmen, denizi seyretmek isteyenler için büyük bir fırsat sunuyor.

İlgili resim

Marina:

Gümrük Kapısı niteliği taşıyan Marina, restoran, kafe ve birçok farklı işletmenin de yer aldığı özel bir alandır. Tekne kapasitesi de oldukça büyük ve gün içerisinde çok sayıda tekne tarafından ziyaret ediliyor. Denizi seyretmek için tercih edilebilecek keyifli adreslerden bir tanesidir.

izmir sığacık marina ile ilgili görsel sonucu


Akkum Plajı’nda deniz:
 Sığacık’a yaz aylarında geliyorsanız, denize de girmek isteyebilirsiniz. Şanslısınız; Seferihisar denizi daima serin, hatta belki de soğuk. Sığacık merkezinde yüzemiyorsunuz; ancak çok uzaklaşmadan Akkum Plajı’nı tercih edebilirsiniz. Hem gün batımını görmek hem de keyifle yüzmek için sarı kumlu Akkum iyi bir tercih olur. Plajda özel işletme de var, ücretsiz alanlar da. Kalabalıktan uzaklaşmak isteyenler, bölgenin favorilerinden Akarca Plajı’nı seçebilir. Burası da yine tertemiz suyu ile mavi bayraklı bir halk plajı, Akkum’a göre biraz çakıllı. Bu arada, Seferihisar’ın en çok mavi bayraklı halk plajına sahip ilçe olduğunu da ekleyeyim. Gidebilecek çok sayıda plaj sizi bekliyor, bu ikisi benim önceliklerim.

Akkum Plajı’nda deniz: ile ilgili görsel sonucu

Teos Antik Kenti’nde geçmişe yolculuk:

Sığacık’a yaz aylarında geliyorsanız, denize de girmek isteyebilirsiniz. Şanslısınız; Seferihisar denizi daima serin, hatta belki de soğuk. Sığacık merkezinde yüzemiyorsunuz; ancak çok uzaklaşmadan Akkum Plajı’nı tercih edebilirsiniz. Hem gün batımını görmek hem de keyifle yüzmek için sarı kumlu Akkum iyi bir tercih olur. Plajda özel işletme de var, ücretsiz alanlar da. Kalabalıktan uzaklaşmak isteyenler, bölgenin favorilerinden Akarca Plajı’nı seçebilir. Burası da yine tertemiz suyu ile mavi bayraklı bir halk plajı, Akkum’a göre biraz çakıllı. Bu arada, Seferihisar’ın en çok mavi bayraklı halk plajına sahip ilçe olduğunu da ekleyeyim. Gidebilecek çok sayıda plaj sizi bekliyor, bu ikisi benim önceliklerim.

















 Kaleiçi sokakları:

Kalenin herhangi bir tarafından ya da surların çevresinden Kaleiçi sokaklarına adım atıp daracık sokaklara kendinizi bırakın. Bu sokaklar onlarca ev pansiyonunun sıralandığı, yaşamın aktif olarak devam ettiği rengarenk görünümde. Ata Demirer’in Olanlar Oldu filminin çekildiği pansiyonu da yürüyüş sırasında görebilirsiniz.

Sigacik-Gorulecek-Yerler


sığacık evleri ile ilgili görsel sonucusığacık evleri ile ilgili görsel sonucu










11 Kasım 2019 Pazartesi

İzmir Şirince Köyü

  
şirince ile ilgili görsel sonucu
  
   Herkese merhaba bu gün sizlere İzmir Şirince Köyü'nü  anlatacağım ilk önce kısa bir tarihçesini yazalım 

   Tarih
Şirince köyünün kuruluşunun M.S. 5. yüzyıla kadar uzandığı biliniyor. Köyün eski adı Kırkınca halk dilinde zamanla Kirkince ve sonra da Çirkince’ye dönüşmüş. Sonra İzmir valisinin emriyle köy Şirince adını almış. Köyde 1900’lerin başında yaklaşık ikibin hane varken, 1. Dünya Savaşı sonrasında büyük bölümü Rum olan halkın çoğunluğu Yunanistan’a göçmüş. Boşalan köye 1924’te Selanik’ten gelen Türkler yerleştirilmiş.


şirince köy yolu ile ilgili görsel sonucu
  Ulaşım

Şirince Selçuk’a 8 km uzaklıkta...Selçuk’tan İzmir yönüne doğru giderken sağda Şirince tabelasını göreceksiniz. Meyve ağaçları arasından kıvrılarak yukarı doğru tırmanan asfalt yol sizi Şirince’ye ulaştırır. Eğer özel araçla gelmiyorsanız, İzmir’den otobüsle Selçuk’a gelebilir; Selçuk’tan Şirince’ye saat başı kalkan otobüslere binerek Şirince’ye kolayca ulaşabilirsiniz.
   Yöre İçi Ulaşım


Şirince küçük bir köy...Bir ucundan diğer ucuna yürüyerek on dakikada ulaşılabiliyor.
şirince ile ilgili görsel sonucu

 Gezilecek Yerler


İlgili resimŞirince küçük bir köy...Köyün hemen girişinde, çarşı veya köy meydanında köylülerin birşeyler sattıklarını görürsünüz. Yörede zeytin ağaçları bol olduğundan zeytinyağı ve sabun, bağlardan gelen üzümlerden yapılan ev şarapları, elişleri satılan şeyler arasındadır. Buradan sevdikleriniz için hediyelik birşeyler alabilirsiniz.
Acıktığınızda da köyde birçok evde gözleme yapılıyor. Bu gözlemelerden tadın deriz; gerçekten lezizler!...

Köyde iki kilise bulunuyor. Bunlardan biri, bir özel mülkiyetin avlusu içinde kalan Vaftizci Yahya Kilisesi...Eğer kiliseyi gezmek isterseniz, çekinmenize gerek yok. Evsahipleri çok nazik davranıyorlar. Diğeri ise Vaftizci St. Jean Kilisesi...

şirince kilisesi ile ilgili görsel sonucu ( şirince kilise önü )

Şirince’de oldukça faklı bir mimari göze çarpar. Tüm evler kagirdir. Evlerde birçok pencere vardır; ve balkonlar asma balkon olarak yapılmıştır. Evlerin bodrum katları kiler ve mutfak olarak kullanılır. 
İlgili resim






( şirince kilisesi içi)



Köyden dönüşte, Selçuk’a varmadan 2 km önce bir mağara bulunuyor: Sütini Mağarası...Mağarada beyaz su damlayan sarkıt ve dikitler var. Köylüler arasındaki inanışa göre, doğum yaptıktan sonra sütü az gelen kadınlar buradaki sarkıtlardan damlayan sudan içtiklerinde sütleri çoğalırmış


İlgili resim (şirince tarihi pazarı )

                                                                     
  Yeme İçme

Tabii ki gözleme...Şirince’de adımbaşı gözleme yapan bir yer bulabilirsiniz. Köyün üst tarafına doğru yürürseniz, tüm Selçuk ‘u ayaklarınızın altına seren terasında gözleme yiyebileceğiniz bir gözleme evi bulunuyor.

Ve tabii ki sıcak şarap...Köyün hemen girişinde, çarşı içinde sol tarafta bir şarabevi bulunuyor. Ahşap dekoruyla etkileyici bir atmosfere sahip olan şarabevinde oturup köyde üretilen şaraplardan tadın. Hatta damak tadınıza uygunsa, sıcak şarap içmeyi deneyin...

Köyde bulunan Tarihi Artemis Şarap Evi & Restoran oldukça ünlü... Yaklaşık 150 yıllık eski bir okul binası restore edilerek restorana dönüştürülmüş. Restoranın kapalı bölümünün yanısıra bir de bahçesi bulunuyor. Burada köyün ünlü şaraplarından ve yöresel yemeklerden tatmanız mümkün...

Ayrıca köyde zeytinyağı üretiliyor. Köylülerin kendi üretimi olan zeytinyağı çok kaliteli ve leziz...Köy içinde yemek yiyeceğiniz herhangi bir yerde, yemeğinize veya salatanıza bol zeytinyağı koydurun. Tadına bayılacaksınız!...
şirince zeytinyağı ile ilgili görsel sonucu


İlgili resim
(şirince şarap mahzenleri)




şirince şarabı ile ilgili görsel sonucu(şirince şarabı )

8 Kasım 2019 Cuma

Alaçatı


alaçatı ile ilgili görsel sonucu     
  Alaçatı

   Evet bugün sizlere Alaçatı da gezilecek yerleri anlatacağım  tabi her zamanki gibi kısa tarihçesini anlatayım; Günümüzün nezih ve popüler tatil beldesi Alaçatı’nın tarihi, Arkaik döneme kadar uzanır. Anadolu tarihinde “İyonya” olarak geçen, İzmir’in güneyinden başlayıp Menderes Irmağı’na kadar uzanan bölgenin tam merkezinde bulunur Alaçatı. Antik çağdaki ismi ise “Agrilia”dır. Alaçatı, tarihindeki ilk kırılma noktasını Osmanlı döneminde yaşar. Erken Osmanlı döneminde “Piyade” ya da “Süvari” köyü olarak bilinen bu güzel toprakların ismi, bölgeye aynı dönemde yerleşen “Alacaat Aşireti” ile anılmaya başlar. 17. yüzyıla gelindiğinde, dönemin sadrazamı, güneyi bataklık olan bölgenin ıslah edilmesini buyurur. 1830’larda bölge ayanı olan Hacı Memiş Ağa, Sakız Adası’ndaki Rum nüfusu bölgeye çağırır. Alacaat köyünde sıtmaya yol açan bataklığı kurutmak üzere, Alaçatı Limanı’na bir kanal açılır. Açılan kanal ise sonradan gemilerin yanaştığı bir liman olur. Yöredeki toprak sahibi Türkler, kanal inşası için gelen Rum işçilere tarlalarını “imar” edip işlemeleri koşulu ile verir. Böylece denizden bir kaç kilometre içeride bir köy kurulur. Bugün Alaçatı’nın birer birer restore edilmekte olan göz alıcı taş evlerinin çoğu, 1850-1890 yılları arasında inşa edilen bu tarihi evlerdir.

Evet bu kadar bilgi yeterli bence  şimdi Alaçatı’nın  gezilecek yerleri yazalım birazda


     Alaçatı Yel Değirmeni 


Yılın hemen hemen tamamını rüzgarlı geçiren Alaçatı‘da eski ve yeni olmak üzere pek çok yel değirmeni bulunuyor. Alaçatı’nın en eski yapıları konumunda olan eski yel değirmenleri, 500 ile 1000 yılları arasında inşa edilmiş oldukça devasa yapılar olma özellikleriyle biliniyor.
Dönemin teknoloji harikası olarak değerlendirilen değirmenlerin büyük bir bölümü Alaçatı Belediyesi’nce aslına uygun olarak restore edilmiş.
Bir kısmı özel işletmecilerce değerlendirilen yel değirmenleri özellikle 12 beyaz sütunlu yel değirmeni ile birlikte kendinizi bir masal diyarının ziyaretçisiymiş gibi hissetmenize neden oluyor.
Alaçatı merkezindeki bir tepede konumlanmış eski yel değirmenleri, bir yorgunluk molası vermek ve gün batımını izlemek için Alaçatı gezilecek yerler listesinde en ideal nokta olarak başı çekiyor.
Rüzgar enerjisinden yararlanılması için inşa edilen yeni yel değirmenleri ise Alaçatı’nın büyüleyici atmosferi ile birebir uyum gösteriyor.

Türkiye’de elektrik üretimi için ilk defa Alaçatı’ya kurulan devasa büyüklükteki yeni yel değirmenleri ile birlikte eskiden yel değirmeni olarak kullanılmayan fakat günümüzde yel değirmeni olarak kullanılan eski yapılar da bulunuyor. 

İlgili resim


   Alaçatı Evleri

Eskiden Rumların ağırlıkta oturduğu beldelerden biri olan Alaçatı‘nın dar sokakları Rumların inşa ettiği birbirinden güzel taş evler yer alıyor.
Amatör fotoğrafçıları cezbeden Alaçatı evleri, ponza taşına çok benzeyen, zamanla sertleşen ve ısı yalıtımı konusunda oldukça iyi Alaçatı’ya özgü bir taş kullanılarak yapılmış.

Oldukça hassas yapıda görünen bu taşın zamanla sertleşme özelliği, Alaçatı’nın tarihi dokusunu günümüze kadar taşımasına yardımcı olan en önemli unsur olarak kabul görüyor.
Arnavut kaldırımlı daracık sokakların eşlik ettiği eski taş evler, bahçe ve pencerelerindeki rengarenk çiçekleri ile birlikte bir ömür boyu Alaçatı’da kalma isteğini yüreğinizde yeşertebilir.

Birçoğu butik otel olarak kullanılan Alaçatı taş evlerini konaklama için en güzel alternatiflerin başında değerlendirebilirsiniz. Tarihi atmosfer içerisinde Ege mutfağının birbirinden lezzetli yemeklerini deneyebileceğiniz birçok restoran bulabilir, eski eşya dükkanları arasında kaybolabilirsiniz.

İlgili resim
Kemalpaşa Caddesi

   Alaçatı gezilecek yerler denince ilk akla gelen caddelerden biri olan Kemalpaşa Caddesi; yolu düşen gezginlere birbirinden farklı pek çok alternatif sunuyor.
Küçük bir yürüyüş için bile olsa kesinlikle uğramanız gereken Kemalpaşa Caddesi; oldukça popüler mekanların yanı sıra marka haline gelmiş restoranları, butikleri, hediyelik eşya dükkanları ve el işi dükkanlarını buluşturan, rahatsız edilmeden eğlenebileceğiniz ve saatlerce kaybolabileceğiniz bir yer olma özelliği taşıyor.

Sabahları oldukça sakin görünen Kemalpaşa Caddesi, özellikle yaz sezonunda, akşam saatleri olunca epeyce kalabalıklaşıyor. Daha önce tatmadığınız pek çok farklı lezzeti bulabileceğiniz butik restoranlarını denemek istiyorsanız önceden arayıp rezervasyon yaptırabilirsiniz.

Üzerinde yer alan eğlence merkezleri ise Latin müziklerinden canlı müzik dinletilerine kadar çok farlı konseptlerde hizmet veriyor. Eğlence anlayışınız ne olursa olsun kendinize göre bir mekanı rahatlıkla bulabilirsiniz.

    HacıMemiş Sokağı 

  Cami Yeri ve Alaçatı Meydanı’na çok yakın bir konumda olan Hacı Memiş Sokağı; Alaçatı’nın tadını gürültü ve kalabalıktan uzak çıkarmak isteyenlerin bir numaralı tercihleri arasında kalıyor.
Kemalpaşa Caddesi kadar kalabalık ve turistik yapıda olmayan cadde, sakinlerinin özeni ile tarihi dokusuna uygun ahşap ve cam ağırlıklı detayları ile nezih bir görüntü sunuyor.
Yüksek sesli müzik yayını yapan mekanlardan bütünüyle arındırılmış olan Hacı Memiş Sokağı; misafirlerini ev sıcaklığında ağırlamaya çalışan restoran ve butik otelleri, barındırdığı her bir ürün özenle seçilmiş tasarım ve giyim butikleri, birbirinden güzel seramik ve resimleri bir araya getiren sanat galerileri ile birlikte Alaçatı’nın sakin ruhunu yansıtıyor.
HacıMemiş Sokağı ile ilgili görsel sonucu


İlgili resim

      Aya yorgi koyu 

  Alaçatı denildiğinde ilk akla gelen sert esen rüzgarları olsa da Aya Yorgi Koyu, rüzgardan korunmuş ender koylarından biri olarak adlandırılıyor.
Diğer koylarına nazaran suyu çok daha sıcak olan koyun akıllara durgunluk veren güzelliği ile birlikte pek çok beach club’a da ev sahipliği yapıyor. Cam gibi berrak suyu günün her saati yüzmek için akılları çeliyor.
Aya yorgi koyu ile ilgili görsel sonucu






     





  Delikli koyu 

Alaçatı ve Ovacık‘ın tam ortasında yer alan Delikli Koy; bembeyaz kayaları, masmavi denizi ve sakinliği ile Alaçatı’nın saklı cenneti olarak görülüyor.
İki koyun arasında bulunan dev bir kayanın, çeşitli doğa olayları sonucunda oyulması ve iki koyun bu delikle birbirine bağlanması sonucu Delikli Koy adını alan bölge Alaçatı’ya oranla daha sıcak olan dalgasız ve sakin suyuyla pek çok kampçıyı da ağırlıyor.
Delikli koyu ile ilgili görsel sonucu















Alaçatı' da bu kadar gezilmeye değer bir yerdir hem kafa dinleye bileceğiniz hemde gezip  eğlene bileceğiniz bir yerdir .











Cumalıkızık

Osmanlı sivil mimarisinin en görkemli köy yerleşimini günümüze ulaştıran Cumalıkızık, son yıllarda ülkemiz yanında tüm dünyada da tanınmay...